28 Eylül 2010 Salı

Bihter

ßihter ßihter ßihter
Adnanı ettin heder
ßehlül doldu keder
Zora gelince geber...
...........
ßihter,ßihter aman be ßihter
Mutfak tayfa gebermeni ister
Ama matmazel seni çok sever
Bi annenden hiç bahsetmicem
Zora gelince atla aşşa geber
..............
ßihter ßihter yandım be
ßihter
Kardeşin olmak istermiydi Peyker
Nihat artık ailene lanet eder
Takıların kadar değerin yok
Zora gelince kes bileklerini geber
................. 
ßihter ßihter ulan ßihter
Bülent bile senden nefret eder
Bu dizi adamı kanser eder 
Nihali bile salak ettiniz
Zora gelince iç hapları geber
................ 
ßihter ßihter yeter lan ßihter
ßehlüle çevirdiğin işler
Ünkapanı albümüne benzer
24 haziran akşamı
Zor ama sık kafana geber


ßihter ßihter ßihterAdnanı ettin heder
ßehlül doldu keder
Zora gelince geber...
...........
ßihter,ßihter aman be ßihter
Mutfak tayfa gebermeni ister
Ama matmazel seni çok sever
Bi annenden hiç bahsetmicem
Zora gelince atla aşşa geber
..............
ßihter ßihter yandım be
ßihter
Kardeşin olmak istermiydi Peyker
Nihat artık ailene lanet eder
Takıların kadar değerin yok
Zora gelince kes bileklerini geber
................. 
ßihter ßihter ulan ßihter
Bülent bile senden nefret eder
Bu dizi adamı kanser eder 
Nihali bile salak ettiniz
Zora gelince iç hapları geber
................ 
ßihter ßihter yeter lan ßihter
ßehlüle çevirdiğin işler
Ünkapanı albümüne benzer
24 haziran akşamı
Zor ama sık kafana geber

26 Eylül 2010 Pazar

Gülçiçek..




Gülçiçek.. 


hüzünlü ayrılıklar zamanı sonbahar, son demlerinde..
güneş, asacak yüzünü..kaçtı kaçacak..
bahçelerin elleri üşüyecek...
çiçeklerin kalbi kırık, bükecekler boyunlarını...
ağaçlar yapraklarını düşürecek..
düş kurduracak ,düşen her yaprak yeni baharlara...
sadece;
kuşlara yuva, manolya ve çam
aldıkları ’hep yeşil kalın’ duasıyla dökmeyecekler yapraklarını ..

ayrılıklar zamanı sonbaharın rengi sarı..yüzü ağlamaklı...
ama ,çiçekli sabahlar görmek isteyenlere gönlü cömert ..
bilmiyorum ! ardındaki öykü nedir ..dilimizde nereden alır adını..
gülü hatırlatıp,adını tekrarlattığı için mi ?
latince’de althae rosa adıyla anılan abegümecigillerden ,
yeni adını benim koyduğum,Gülçiçek...
hangi rüzgarın getirdiğini bilmediğimiz,
bildiğimiz Gülhatmi...
sonbaharın yüzünü güldürmek ,bahçelerinde;
uzun boylu,rüzgarda gezintiye çıkmış halli salınan,rengarenk çiçekler
görmek istiyenler, şimdi Gülhatmi’nin tohumlarını toprağa dikebilirler..
haziranda açmaya başlar..kar üstünü örtene kadar...
bahçesi olmayanlar hiç yakınmasınlar!
gönüllerine diksinler Gülhatmileri..
kışın acımasız rüzgarlar üşütmez Gülhatmi büyüten yüreklerini..
hem kalpte olan en uzun yaşar..

18 Eylül 2010 Cumartesi

KALANLAR VE GİDENLER




KALANLAR VE GİDENLER
VEDA
Hani o bırakıp giderken seni
Bu öksüz tavrını takmayacaktın?
Alnına koyarken veda buseni,
Yüzüme o türlü bakmayacaktın?
Orhan Seyfi Orhon

KALANLAR VE GİDENLER
Kimi zaman zor gelir gitmek.Kimi zaman da zor gelen kalmaktır.Yaşamımız tercihlerimizin toplamıdır.Ve bazen yaşamımız ayrılıklar toplamıdır.Yarım kalan şiirleri,yarım kalan öyküleri barındırır.Kalmayı tercih edenler yüreğinin sözünü dinleyemeyenlerdir.Onun götürdüğü yere gidemeyenlerdir. Gitmeyi tercih edenler de birdenbire gitmezler aslında.Önce küçük adımlar atılmıştır fark ettirilmeden. Yanıbaşınızdadır gitmeye aday olan ama gönlü uzaklardadır.Adım adım da uzaklaşmaya devam eder.Sonra adımların sayısı artar.Ve bir gün bakıverirsiniz yanıbaşınızda görmeye alıştığınız o kişi yok artık.Gitmiştir,gidebilmiştir.Tercihini yapabilmiştir.
Trenler kaçırılır çoğu zaman.Ama treni kaçırmanın iyi tarafları da olabilir.Sonraki trende,farklı yolcularla birlikte olabilmek,farklı tadlar ve renkler tanıyabilmek gibi...
Gideceğiniz istasyona yine varmışsınızdır.Yer doğrudur,zaman doğrudur.Beynimize ver-
diğimiz yanlış kodlamalar çoğunlukla doğru ile yanlışı ayırt edemememize sebep olur.
Doğru zaman ,doğru yer... Ne zamandır o doğru zaman? Neresidir o doğru yer ?
Hiç gitmemektense, gidip geri dönebilmeyi de göze alabilmeli insan.Hayallerini görmezlikten gelmemeli...gidebilmeli...Ve eğer giden geri dönerse,dönene de hoş geldin diyebilecek kadar büyük olabilmeli bu yürekler...
Ihlamur çiçekleri açarken geliverir belki beklenen.Belki kalan siz iseniz,bir gün,bir akşamüstü siz de bir yere gidiverirsiniz.Bilin ki o yer, mutlaka yüreğinizin götürdüğü
yerdir.Doğru yerdir.Doğru zamandır.Neden direnirsiniz?Bilinmeyenden mi? Düşünün ki
şu anı da dün bilmiyordunuz, bilemezdiniz.Korkulara,kodlamalara yer vermeyelim beyinlerimizde.Sınırlamalarla küçültmeyelim dünyalarımızı.Renkleri soldurmayalım...Hoşça
kal ve Hoş geldin...bu iki kelimeyi korkmadan kullanabilelim.
Sevgiyle kalın...Hoşça kalın...
Müşerref ÖZDAŞ

OKUMAK



 OKUMAK
Okumak üzerine düşüyorum. Kendi kendime sorular soruyorum. Çok okumak faydalı mıdır? Yoksa çok okumak zararlı mıdır? Kafamda bir sis örgüsü oluşuyor okumak üzerine…
Dere, ırmak ve nehir kenarlarında geziyorum. Suyun içindeki nesneler çok dikkatimi çekti. Suya karşı mücadele veren bu nesnelerin özü, benim özümde canlıdır. Bu nesneleri anlamlandırmaya çalıştım. Kafamda oluşan bazı cümleler, sorularımın cevabını verir gibiydi.
Denizleri ve onda yaşayan canlılar düşündüm. Denizin dibindeki; kum, çakıl, taş ve kaya gibi nesneleri düşünmekten kendimi alamadım. Bazı taşlar, kayalar, çakıllar; ırmakta, nehirde ve denizde o kadar özlerini korumuşlardır ki, görülmeğe değer. Bu nesneler, kendilerinden bir cevher çıkarmışlardır. Dünyanın en paha biçilmez bir eşyası haline gelmişlerdir. Elmaslar, mücevherler ve aklınıza gelebilecek en değerli eşyalar… Bu nesneler, üzerlerine devamlı baskı yapan, su karşısında kendi öz benliklerini yitirmeden, yılmaksızın mücadele etmişlerdir. Bu mücadele sonucunda da, mücevherler ve elmaslar ortaya çıkmıştır. Ruhlarındaki özü, asla ve asla kaybetmemişlerdir. Bazı taşlara su vurdukça dağılmış, parçalanmış, onların ne özü kalmış nede cevherleri. Ruhu da, özü de akan suyla gitmiş denizin derinliklerine…
Okuyan bir insan, ne kadar çok okursa okusun, iradesini kaybetmiş ve kendine kötü yönde bir okuma tekniği uygulamışsa, o kişinin okuması, sabun gibi eriyen bir taş parçasından başka bir şeye benzemeyecektir. İnsanlara faydası dokunur gibi gözükür fakat dokunmaz. İnsanları sever gibi gözükür ama sevmez. İnsanlara yardım eder gibi gözükür ama yardım etmez.
Kendi cevher ve özünü kaybetmeden okuyan, göğün tabakalarına doğru yükselir. Onun dünyasında yıldızlar, güneş ve ay birer arkadaştır. Özden, cevherden benlikten uzak okumalar, insanı yerin derinliklerine batırır. O kişi battıkça batar ve etrafındakileri de batırır…
Kur’an-ın ilk emri okudur. Sonra kendi kendime sorarım. Nasıl bir okuma olmalı? Yaratan Rabbinin adıyla oku! Önce sen kendini tanı, sen kendini tanımadıktan sonra, yaratanını nasıl tanıyacaksın. Yaratan Rabbinin adıyla okumak, insanların özünü, cevherini tanımaktır. Bu tanıma ve tanımlama, bize verilen irade ile gerçekleşir. İradesini kötü yöne kullanıp da kitap okuyanlar, adeta canavarlaşır.
Kitap okuyan insan, özünü ve cevherini yakalayabilmelidir. Özünden ve cevherinden uzak okumalar, inanı hayvanlaştırır hatta daha da aşağılara indirir. O kişi, hayvani duyguların dışında başka bir şey düşünemez ve hayvani duyguların peşinde koştukça koşar…
Okuyan insan, okumanın mahiyetini iyi kavramalıdır. Nasıl okumalıyız? Niçin okumalıyız? Okuduğumuzda neler kazanırız, okumazsak neler kaybederiz? Okumanın bana ve insanlara faydası neler olabilir? Birtakım sorular sormalı kendi kendine. Kişi bu sordukları soruların cevaplarını kendi zihninde bulmaya çalışmalıdır.
Okurken insan, iradesini iyi ve güzel kullanıp insanların hayrına olan işler yapmalıdır. İnsan ilkönce kendini tanımalıdır. Her şey, kendini tanımakla başlar. Okumasına da kişi, kendini tanımakla başlamalıdır. İnsan, kendini tanımalı, Rabbini tanımalı ve Allah’ın yarattıklarını tanımalıdır. Okumada bu üç aşamayı yakalayanlar, okumalarını insanların faydasına yönlendirebilirler.
Ne mutlu okuyup da kendini tanıyana! Ne mutlu Rabbini tanıyana! Ne mutlu Allah’ın yarattıklarını tanıyana!

03. 11. 2003

ÇOCUKLUĞUMUN KIŞLARI



ÇOCUKLUĞUMUN KIŞLARI Elektriğin olmadığı, aydınlatma için gaz lambasının kullanıldığı yıllardı.O yıllarda -çocuklar bütün sanallıktan uzaktı.SMS,MMS,3G,FACEBOOK vb. daha bilinmiyordu. Yani loş oda hikayelerinin revaçta olduğu yıllardı.
Mevsimlerde, insanlarda bu kadar değişmemişti.Kışlar kış gibiydi. Yağmaya bir başladığı zaman bir hafta aralıksız kar yağardı.Evler çatısızdı.Evin damına yağan karı küremek bile apayrı bir işti.Sabahın en erken saatinde başlanır öğle sonuna kadar bitmezdi bu iş.
Akşamda, sabahta erken olurdu o zamanlar.Saat beşten sonra camın buğusunu silerek dışarıya baktığın zaman üç beş silik gaz lambası ışığı görünürdü uzakta.Şimdiki gibi geceler gündüze benzemezdi o zamanlar.
İnternette çet yapmak yerine bakkal dükkanı sohbetleri olurdu ekseriya.SMS yerine evin küçük çocuğu gönderilirdi mesaj iletmeye.
İki ve beş numara gaz lambaları vardı.Kısaca komşudan, ödünç gaz yağı istendiği yıllardı bir yakımlık.
Sabahın ilk ışıkları ile ince uzun dumanlar çıkardı bacalardan petrol kokusuz.Hava daha kirlenmemişti o zamanlar.Ozon tabakası da delinmemişti daha.
Kahvaltı mutfakta çatırdayan sobanın yanında yapılırdı bir tabak tarhana çorbasıyla.Evin bütün sakinleri aynı sofrada buluşurdu.Çaylı simitli kahvaltı kaçamakları icat olmamıştı daha.
Ailenin annesi ev temizliği ve yemek hazırlıkları ile meşgulken evin babası ya bir komşuya ya da kahvehaneye giderdi sıklıkla.Günlük yakılacak odunu kırıp taşımak evin büyük oğlunun günlük işleri arasındaydı.Çocuklar mı?..Onlar için akşam karanlık çökünceye kadar müthiş bir oyun maratonu başlıyordu soba kenarı kahvaltısının ardından.
Önceden kararlaştırılmış şekillerde çalınan ıslıklarla arkadaşlar çağrılırdı öncelikle.Pantolonlar dize kadar çıkan yün çorapların içine özenle konulurdu sonra.Eldivenler ve kulakları kapatan şapkaların ardından özenle yapılmış meşe kızaklar alınıp en yüksek yere kadar çıkılırdı hep beraber.Ve kayarak-düşerek inilen onca yol ve peşinden tekrar tırmanış…Sonra tekrar,tekrar…Bir süre sonra ıslanan ayakları kurutma faslı başlardı evlerin güney(duluk) tarafında.
Öğle sonu olmuştur artık.Hava iyice ısınmıştır.Kızak faslı sona erip güneşin etkisiyle buhar çıkan toprak ev damlarında bilye(biz gülle derdik o zamanlar) oynamaya gelmiştir sıra.Her evin damında on onbeş çocuk hararetle bilye oynardık.Üşüyen ellerimizi evin bacasından çıkan ardıç kokulu dumanda ısıtırdık genellikle.Hızlı atılan bilyenin peşinden damdan(süük) aşağı düşen çocuklar olurdu zaman zaman. Allah’tan damdan kürenen karlar genellikle dam boyuna yaklaşan yığınlar oluşturduğundan ciddi yaralanmalar olmazdı.Fazla koşturmadan rahatsız olup ev sahibi kovalardı bazen.Buda işin heyecan verici bir başka yönüydü.Bir süre sonra tekrar toplanılırdı aynı damda.
Hava kararmaya başlayıp da anneler eve çağırınca sona ererdi gündüz bölümü.Sobaya en yakın yer çocuklarındı akşamları.Gün boyu üşüyen el ve ayakları ısınsın diye.
Herkesin katıldığı yemeğin ardından komşu ziyaretleri olurdu genellikle.Oturmaya gitmek denirdi buna.Çığır denilen tek ayaklık yollardan trenin vagonları gibi arka arkaya dizilerek gidilirdi komşu ziyaretine.Vagonların önünde de elinde çıra yanan lokomotif elbette.Beş pilli el feneri olurdu Amanya’da(alaman) akrabası olanlarda nadiren.Komşunun evine varıldığında birkaç komşu sohbete başlamıştır bile.Büyük erkekler bir tarafta koyu bir sohbete dalarken kadınlar ayrı bir köşede başlamıştır sohbete.Çocuklarsa gölgeli gaz lambası ışığında türlü oyunların tadını çıkartmaktadır.
Çay,tarhana ve fırınlanmış patates ikram edilirdi pasta-kek yerine.Bazanda nohut kavrulurdu leblebi yerine.Sonra Allah rahatlık versin dilekleriyle herkes evine dönerdi komşu ziyaretinden.Ve hemen yatılırdı zaman geçirmeden.
Çocukluğumun kışları böyleydi.
İşte o zamanlar insanlar insan gibi, kışlar kış gibiydi…

Mehmet Akif ÖNDER

Bir Bayram Anısı




Bir Bayram Anısı




Bayram yazılarını yazmak zordur, mutlaka içinde iyi ya da kötü bir sürü anı vardır her bayramın. Okuyucuların genel ide bir şeyler bulur her bayram yazısında. Ve ekler kendince benim de bir bayram, başımdan böyle bir şey geçmişti diye.

Hep eski bayramları anlatırız ya, belki içimizdeki özlemden belki de yaşayamadığımız güzelliklerin ukdesinin kalmasındandır kim bilir?

Gerçekten çocukluğumun bayramları güzeldi. Belki de şimdiki çocuklar gibi kolay bulamıyorduk birçok şeyi. Bayramlara özeldi giysiler ve bayramlara özeldi bazı sevdiğimiz yiyecekler. Ya bayram harçlıkları onlara ne demeli. Harçlıklarımızı biriktirip aileye yük olmadan istediğimiz bir okul çantasını almak ya da çok istediğimiz bir elbiseyi kendi bayram harçlığımızdan çıkarmak, çocukluğumun en güzel günleriydi.

Bir bayram öncesi....memur çocuğu olduğum için ancak arife günü izin kullanabilirdi ailem ve o gün son hazırlıkların hepsi yapılırdı. Önce büyük bir hızla çarşı alışverişi yapılırdı sonraya kalıp zorlanmamak için. Sanırım 13 ya da 14 yaşındaydım. Çok güzel bir kırmızı beyaz elbise aldı babamla annem. Birde ona uygun çok güzel bir çanta. Eve çok mutlu döndüm, ev işlerinde anneme yardım ettim, sonra soluğu komşumuzda aldım. Arkadaşıma yeni elbisemi ve çantamı göstermek istiyordum. Onun kıyafetleri zaten günler öncesinden alınmıştı. Onların maddi durumu çok daha iyiydi, benim kıyafetimden çok daha güzel ve çok daha pahalıydı elbisesi. Ama ben onu çok sevdiğim için ne kıskanmış nede aynısını istemiştim. Bir ara annem çağırdı balkondan sesini duydum bir süreliğine eve indim. Elbisemi orada bırakarak. Döndüğümde elbisemin etek kısmı makasla kesilmişti. Gözlerimde yaşlarla ne olduğunu sorduğumda küçük kardeşinin yanlışlıkla kestiğini, eğer istersem bana eski elbiselerinden birini vereceğini söyledi arkadaşım. Ben saflıkla inandım, ama elbisesini istemedim, elimde etekleri kesilmiş bir elbise ile eve döndüm, tabii gözyaşları içinde. Anneme anlattım olanları. Annem olgunlukla karşıladı ama olan olmuştu, bütün gece uğraşıp etekleri düzenlemeye çalıştı, ertesi gün mecburen yine o elbisemi giyecektim. Sabah kalktığımda elbisemin yeni halini gördüm. Kat kat olan eteklerden bir kısmı yok olmuştu ama olsun canım annemin çok büyük bir emeği vardı.
O bayram günü arkadaşım ve ailesi bize bayramlaşmaya geldiğinde yüzlerinin şekillerini hiç unutamam

Geçmişe döndüğüm zamanlarda buruklukla hatırladığım bir bayram anısıydı.

Bayramlarımız bayram coşkusu ile geçsin inşallah. Tüm yüreklerde umut ve huzur var olsun

bir ömürdür bilene



bir ömürdür bilene  

Hangisine bakarsan ayri bir efsanedir

Okumasını bilene baslı basına

Bir dostluk abidesidir

Arandıgı an da en iyi dost

Sunulan yüreklerde hem dost hem de sırdas

İstendiginde en güvenli liman

Bazıları bir sırda olsa

Kendi gizeminde öylesine güzeldir

Bazıları daglar kadar saglam

Bazıları denizler gibi engin

Ama o ne enginligine bakar ne de yüceligine

Dosttur onlar dostum sevdiklerine

İsterse bir dilberin gönlünü alır

Yigitlik mertlik sadece erkeklerde mi olur

Onun sanını gücünü de tasır

Dagların görkemliligi bile

Bazen onlarin yanında bir hic kalır

O gürül gürül akan bir sevdadır

İsterse suya inmis bir ceylanın

Mahzunluguna bürünür

Ürkütülürse ele gecmez sır olur

Yüreginin kıvrımındaki asktır

Onu böylebilen asil kilan

Alnında tomurcuklanan terdir

Onu böylesine yücelten

Ondaki sefkat özveridir abide kilan

Ve rüzgarın getirdigi kır kokuları gibidir

Yürekten severse o

Gönülden icirir mutlulugu

Eger ki erkegine düserse

İste o zaman baslı basına

Bir ömürdür bilene

Bir ömre bedeldir dedirten kadın


Yasarken öldüren ölürken yasatandır kadın...

İTİRAZI OLAN




İTİRAZI OLAN İşe ’AŞK HER ŞEYE ÜSTÜN GELİR’ ile başladım ama yanılmışım .Gerçekleri görmek o kadar da acı değilmiş .En azından artık biliyorum ,pişmandım ,pişmanlığım da geçti .Ben hayatta çok kişinin canını yaktım ama tek kişiden özür dilemek istedim ; değmezmiş,bunu gördüm .
Her yeni gün başka şeyler getiriyor ,durulmayı düşündüm ama vazgeçtim .En iyisi bu kardeşim!Elinde şarabın gramafonda Zeki Müren ,her akşam karşında başka bir yüz ,başka bir muhabbet .Benden aşk adamı olmazmış ,en çok da bunu öğrendim .Sıradaki aşklarıma yelken açar keyfime bakarım ,hele ki bi de parti kızı olmak her şeyi unutturur.
Artık bırakında böle kalayım .Aşk, sevgi, sadakat ,mutluluk,kalp atışları..Bakın şimdiden midemi bulandırıyor bunlar .Siyah bir elbise ,abartı bir makyaj ,biraz da cazibe ile yeni aptalı bekliyorum şu an ,çok umutlu zavallıcık !
Ben böyleyim kardeşim!Var mı itirazı olan?!

Bayramın Aşk Mersiyesi




Bayramın   Aşk Mersiyesi  hayrettin taylan


“anne sütü ak bir sevdam var diye sütten kesti güzel

şimdi ne süt, ne güzel, ne de sen, ne bayramın

içtiğim yalnızlık suyu da kirlendi
şimdi işte şimdi arındır beni
şimdi işte şimdi sevindir aşk bebeğini
şimdi işte şimdi uzat şekerini aşk tadınla
şimdi işte şimdi sarıl aşk adınla
bayram gelmiş,sevenler kavuşur
şimdi şimdi işte kavuştur bizi Rabbim “





İç çığlığımın son sesinde uyandım sana. Rüyalarımı uzaklara taşıyan karıncaların dile geldi.Karıncanlanmış dünyamı aydınlattı karıncaların anası.
-Ciğerimin yanıklarını duyan toprağın ruhu sızım sızlıyordu. Bir tek sağlam yerim senin sevgindi. Şimdi ruhuna kadar çürüyen bir sevda çerçesiyim. Güzellere güzel laflar satarak,seni unutmayı satıyorum.
-
Bir kavuşma salıncağına binmişim, sensizliğin uçurumunda sallanıyorum.
-İçimdekileri sökmedikçe hayat yine sensiz, yine şekersiz, yine baklavasız günlerin cinnetindeyim.
-

Yoksul özlemlerin deminde şeker toplayan aşk çocuğuyum. Sokak sokak, ev şeker topluyorum,tadını tamamlamak için.
- Beni bıraktığın aşk mezarımıza gitmedim. Mezar taşımıza yazdığın.
- Bu gidişi sen yazdın, yazgıdan önce demen sözü kaldıkça nasıl gideceğim can çiçeğim. Nasıl gidip dua edeceğim gel diye diye. Aşkın sırtımda YÜKTÜ, aşkın benden de büyüktü.Şimdi senin anlamadığın masalların çocuk dilinde peri suretin yansır bayram sabahına. Şimdi seninle yaşadığımız bayramların benzerini yaşıyorsun. Bayram namazından dönüşümü beklemiyorsun. Ben bayram olduktan sonra, içimde bayramlar artıyorken hiç gerek var mı ki ?
-Sen yine de erken kalk, yine de benim gelmeyeceğini düşün. Zil çalınca ne ben, ne baban gelmeyecek. Can baban hiç o kapıdan girmeyecek .Dedim ya sen yetimsin, ben sensizliğin yetimi.
- Bu bayramda ruhun bütün şifreleri canlanacak, her bayram canın kadar can katan iki sevenin yok. Mutlu musun yetim sevdam.
- Bu bayram sabahı hangimiz daha çok hüzünlere damla şekeri vereceğiz. Sofrada bana da yer açacak mısın bensiz yaşadığın bu ikinci bayramda. Çok sevdiğim özel biberlerden yiyecek misin ?
-Meşhur çorbandan sunacak mısın ? Bir kaşık da benim için yer misin?
- Ben burada bir şiir olarak yaşayacağım aşksız bayramı mı?
-
Bu yabansı acıların sabahında misafir et beni biraz. Camdan bak terk edilmiş bir kuş uçar da belki görürsün.
-Belki kanadı kırılmış bir aşk bülbülüdür, gagasında benim ısırdığım şekeri sana getiriyordur.
- Bazen pencereni aç,ruhunun rüzgarı yayılsın bana doğru.
-gül olur , gün olur, aşk olur,sen olur belki …
-Aşk döşeğinde ölümcül bir hastan var,bir tas çorba bırak.
Bütün tasalarına iyi gelir.
-Ellerin önce aşkı tutan ellerinle yaptağın baklavanın bütün dilimlerinde tadın siner.
- Sakın unutma gelirken bir tadımlık can şairine getir. Ya da yolla. Adının tadı kadar işlensin dünyama. Bu hayalimi de çok görme yetim gülüm.
- Bensiz bayramlara alışmışsın .Sızılar acılı türküsünü çalmaz. Unutmuşsundur bayram türkümüzü. Unutmuşsun acıları, sızıları, bensizliği.
- Gül yüzün şimdi gülüyordur, can yaran ne yapıyor koca kentte hiç aklına bile gelmemiştir.
- Bu bayram bir kez de olsa aklına beni getir. Getirilen ile yitirelenleri düş
- Bu yitiriliş mesnevisinde Mevlana hep ben oldum. Sen Şems oldun.Bütün şemsalarımı yaktın ömür ömür …


Ben bayramları sevmiyorum ,sensizliğin en çok anıldığı gün olunca.Ben bayramları sevmez oldum ilk sarıldığım sen olunca.Ben bayramları sevmez oldum,şairim,can aşkım nice bayramlar öpücüğünü unuttuğum için.
- Ben bayramları sevmez oldum, özenle hazırladığın bayram kahvaltısından mahrum olduğum için.
-Bayram olmayan bir ülkeye giderek bu acıyı az da olsa dindiriyorum. Şimdi yine çok uzak, bayramın olmadığı bir kentteyim.

-Gülün dala küstüğü kırmızı sensizlik arefesindeyim.Bayramlıklarımı aldım.Can yatağımın altına serdim ,iyice ütülensin diye.
Zaman kendi savaklarını açar umutlarıma.Mutluluk en çok senin hakkın.Ben mutluyum ,benim için üzülecek destanlar yazma. Ruhun aksın yalnız kaldığın her şekerde.
- Bu bayram güzel şekerlerimi alacak sen de yok.İşte bunu sevdim. Sen şekerimken güzel şekerlerin tadı mutlu eder mi ki can çiçeğim.
-
Yüreğimde emsalsiz durumların durulanır.Beni paklar aşk ve sensiz ikinci bayram.
-Hicranlı bir şekerin tadında okunur yalnızlığım.Uzak kalışlarına ağıtlar okur sen halim.
-Vurur odama gölgen,güneş ağlar senin yerine. Sarmaların yerine derdime sarılmalarım güne yem olur.
-Bağlar katliamı gibi içimde meşru olmayan oyunlar sıralanır. Bir öç alma uçurumunda değilim,senli bir bayram isteme ateşine atıldım o kadar.

-An dökülür hayatın şelalesinden dev kazanlarına.Orda hayat ve umut var.Orda seni vurur benden.Acımadığın, unuttuğun kayan da erir.Dağının ferhad’ını arama sakın. O aşk dağı benim.O Ferhat benim.
-İçimizdeki vurgunların sonesini okuma Julyet dilinden. Modern masallar anlatma Julyet’in can kırığı yatağında.
- Nun ile gün arasında kal.Vav ile vav arasında kalma.
- Elif,Lam ,Mim … ve bayram gülüşün ömrümüzü ütülesin.
- Ben Yunus’un söz evinde şeker aldım.
Bulutların diline seni yazdım,bak arşa,bak aşka bak beni görürsün.
- Gurbet elde tek başına ve senden habersiz yaşamanın zorluk sedlerine Çin oldum. Gayrı aşılmaz bir yürek acısının önündeyim.
Bulaşıcı yalnızlık sarar ruhumu.Harfsiz bir sevdanın kütüphanesinde seni okuyorum .
-Şimdi işte kavuşmanın türküsü çalınıyor,bayram gelmiş neyime.Şimdi işte seni özlemenin bayramı gelmiş sen yoksan , bayram benim neyime…
şimdi işte şimdi uzat şekerini aşk tadınla
şimdi işte şimdi sarıl aşk adınla
bayram gelmiş,sevenler kavuşur
şimdi şimdi işte kavuştur bizi Rabbim “

SULTAN YAĞMURU



SULTAN YAĞMURU Liseyi birincilikle bitirmişti sultan. Zaten anne ve babasına söz vermişti ,okuyacaktı. Şimdi hedefi belliydi doktor olacaktı.Öyle bir hazırlandı ki sınava ilk 100 e girecek kadar başarılı olmuştu. Devlet hem burs vermiş hemde istediği yeri kazanmıştı. Aklında okumaktan başka bir şey yok tu sultanın zaten olamaz diyordu. Diğer arkadaşları gibi değil di O. Pek takılmazdı o gürültülü ortamlara ve ben boş işlerle uğraşamam diyor du hep soranlara.
İlk yıllarda yani üniversitenin ilk yıllarında gayet başarılı bir performans sergilemişti sultan. Sayılı öğrencilerinden de diyebiliriz aslında. Hem güzeldi,hemde çalışkan zeki. Güzellikle aklın aynı yerde olamayacağını savunan zihniyetlere karşı anti tez bir örnek ti sultan. Her şey ailem için diyordu,hem kendiside istiyordu doktor olmayı ve seviyordu okumayı. Bir çok teklif aldı erkek arkadaşlarından ama hepsini kırmadan reddetti. İşim olmaz diyordu,şimdi sırası değil.
Üniversitenin son yıllarına doğru bir şeyler değişti hayatında,kendisinin dahi kafasına sığdıramadığı.Engel olmak isteyip te olmadığı acayip duygular dı onlar.Yok olmaz diyordu olamaz hemde şimdi hemde ona olamaz. Aşk; zamanı geldiğinde insanı apansız yakalar demişlerdi arkadaşları ama o inanmamıştı hatta zamanın dizi filmlerinden birinde “Aşk adamı vurur,döner döner vurur. Vurulunca dönersin , Dönünce vurulursun diyordu” Buna da gülmüştü sultan ne demek ti bu diyordu.
Dönüyordu onu görünce biri itercesine sendeliyor , ortamla hiç alakası olmayan şeyler yapıyor, anlamsız gülücükler sergiliyordu etrafına. O güzelim yanakları al al oluyor ve bambaşka bir ortamda yalnız başına kalıyordu sanki. Çoğu zaman ilk seslenişlerde duymuyordu çevresindekileri O nu gördüğü zamanlar. Kimdi O. Nerden çıkmıştı ki apansız yada madem çıkacaktı da neden bu zamana kadar beklemişti. Aslında kafasında bir çok soru vardı bu aşk mıydı yoksa hayranlık mı. İnsan birden böyle olabilirmiydi. Sadece masallarda ve filmlerde rastlamıştı bu türlü olaylara. Bir de öyle bir şeydi ki bu kimseye anlatamıyordu. Utanıyordu bazen daralıyor,kalbinin anlamsız ritimlerine dayanamayacak duruma geliyor ve anlatmaya niyetleniyordu dert olarak nitelendirdiği o garip duyguyu arkadaşına. Ama beceremiyor ve kendi kendime kalsın diyordu.
Sultan, pop müzik dinlerdi genç işi şeyler di hareketliydi,deli doluydu ama okulu ve dersleri her şeyden önce geliyordu onun için her şeyi kendi kendine yaşıyordu.Hiç arabesk dinlemezdi sultan;-saçma olarak nitelendirdiği de olmuştur. Ama şimdi arabesk dinlemek istiyordu sanki,canının sıkılmasını istiyordu. Kimi zaman “Aşkın dan yanaam yanaam yanaam kül olayım mı diyor. Kimi zaman Bu gece gözümü uyku tutmadı bir seni düşündüm birde kendimi diye üfleyip püflüyordu.
Derslerine kendini tam olarak veremiyor,çok uykusu olmasına rağmen uyuyamıyor,en sevdiği yemekleri dahi canı istemiyordu. Bu ne biçim bir şey di. Hemen hemen doktordu artık ama içine düştüğü bu durumdan kurtulmak için yapacak hiç bir şey yoktu.
Neden dedi kendi kendine neden …
Hayatında ilk defa birinden hoşlanıyor,yok yok ilk defa seviyor yani o tür duyguları ilk defa hissediyor ama hissettiği kişi Hocası oluyordu. Eskiden kalma bir ismi vardı Refik diye , yakışıklı da değildi,kendine çeki düzen de vermezdi ki O. Olsun o başka görüyordu onu. Psikiyatr dı. Anlattıklarından mı etkilendi bilinmez. Bunların hepsi bir kenara Evliydi refik nasıl böle körü körüne saplanmış kalmıştı ki bu içinden çıkamadığı bir batağa. Aşk-ı memnu idi bu. (Yasak aşk) Eylül Adlı romanın konusuydu yasak aşk. Edebiyat öğretmeni dönem ödevi olarak vermişti sultan’ a bu kitabı, yoksa onun işi değildi böyle kitapları okumak.
Ve bir birinden beter sözler söylemişti senaryonun içinde geçenlere. Şimdi aynı senaryoyu kendisi de oynuyor, kendine kızıyor, yanlış olduğunu bile bile gidiyordu duygularının götürdüğü yere.
Ben sevgimi kendimde yaşarım diye bir cümle takıldı diline. Ben sevgimi kendimde yaşarım. O sene ilk defa ders bıraktı sultan, ilk defa derslere girmedi. Devamsızlık hakkını ilk defa kullandı. Hepsini Psikoloji dersine harcadı. Onu görmeden daha güzeldi hayat ama onu görmeden de olmuyordu ki. Sevgi kendi kendine yaşanınca ne acı veriyordu insana. O güzelim duygular insanı nasılda kahrediyordu tek başına kalınca.
Zaman kendi etrafında dönmüyordu sadece. Dönerken yanındakileri de beraberinde götürüyordu. Sultan bırakmıştı kendini zamanın akışına. İlk yıllarının tersine çok kötü bir durumdaydı dersleri. O yıl hocaları idare ettiler onu ama son sene bu kadar da olmaz dediler her birisi. Olmayacak dediği oluyor du. Son senesinde sınıfta kalıyor du sultan. Umurunda a değildi aslın da. Çünkü Onsuz hiçbir şey zevk vermiyordu O na. İşin umurunda olan kısmı sadece refik ile kurduğu hayallerdi, o artık başka bir alemde yaşıyordu. Bir kerecik olsun anlatamadı derdini başkalarına,bir kerecik olsun dile getirmedi sevgisini refik’e karşı. O Yasak aşk olarak adlandırmıyordu yaşadığını. Kendi kendine yaşıyordu her şeyini ve kendisine göre yasak değildi ki bu yaşananlar.
Farkında değildi,zayıflamış gözlerinin altında morluklar belirgin duruma gelmişti.Çoğu kez yağmurda ıslanmayı kendine adet edinmişti sultan. Yağmurda ıslanırken ağladığı belli olmuyordu.Beklide en fazla rahatladığı, insanlarla iç içeyken duygularını dışarıya yansıttığı tek an yağmurun yağdığı zaman dı.
Hasta olmuştu. Birden yatağa düştü dediler onun için. Ama O, bunun için uğraşmıştı sanki. Aslında yatağa düşmeden gitmek istiyordu ama istediği yere. Bu isteği de olmadı. Annesi geldi ağladı,babası geldi 5 dakika dayanamadı yanında kalmaya Sultan’ın. Erimişti kızcağız, al al yanakları sararmış yapraklar gibi renk vermişti. Gözlerinin feri dahi kalmamıştı. Kimse bilmedi neden böyle bir şey oldu ve o kimseye demedi derdini. Zaten ona sorsanız dert de demezdi bu yaşadıklarına. İnce hastalık dediler,ne kanser,nede verem di.Ne pis bir şeydi bu hastalık. O güzelim duygular nasılda bir ilacın yan etkisi gibi tepe takla ediyor du insanı. Ve gencecik bir fidanın susuzluktan kuruyup kaldığı gibi nasılda kurutuyordu damarında dolaşan kanı.
O gün yağmur yağıyordu. Sultan ilk defa ayaklanmak istedi. Gözlerinden birkaç damla yaş ile tebessüm ederek doğruldu yatağından.Neslihan diye bir şarkıcı vardı. Hiç sevmedim diye bir şarkısı. Çok severdi bu şarkıyı. Son zamanlar hep bunu dinlerdi. Şarkının içinde, ki dinlerseniz sizde duyacaksınız. Nakaratında bir yerinde “Eğer elindeyse ne olur çal kapımı,Eğer yüreğindeysem ne olur sil göz yaşımı” diye bir bölüm vardı. Sultanın kapısı çalınmadı hiç. Ve hiç Gözyaşını silen olmadı kimse görmedi ağladığını. O yağmur yağdığı zaman ağlardı ve yağmur yağarken teslim etti ruhunu.
Şimdi bizim buralarda onu konuşuyorlar Böyle hırçın ve rüzgarla beraber yağdığı zaman yağmur, Sultan yağmuru diyorlar. Neden böyle yağıyor bilmiyorlar. 

İnananların Sözü



İnananların Sözü Bir insan, Kur’an’ın tüm açıklamalarını öğrendikten ve bunların doğru olduğunu da kabul ettikten sonra Allah’ın hükümlerine uymakta direnirse, bu o kişinin samimiyetsizliğinin bir delilidir. Çünkü hala, yanlış olduğunu öğrendiği bir sistemde yaşamakta ısrar etmekte olan bir insanın samimiyetinden söz edilemez. Eğer bu tavrında ısrar ederse, kısa sürede tam bir inkarcı durumuna düşebilir. Ve inkarcılar, Kuran’ın bildirdiğine göre, akletme yeteneğini yitirmiş, körleşmiş ve sağırlaşmışlardır:

“Şimdi sen, kendi hevasını (bencil tutkularını) ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?” (Casiye Suresi, 23) 

Böyle bir yaşam ise, kuşkusuz sonsuz azapla sonuçlanacaktır. Birçok hayra vesile olan itaatin önemli bir mümin özelliği olduğu, bir başka ayette ise şöyle bildirilir:

“Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de. Tümü, Allah’a, meleklerine, Kitaplarına ve elçilerine inandı. "O’nun elçileri arasında hiçbirini ayırdetmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sanadır" dediler.” (Bakara Suresi, 285) 

“İşittim ve iman ettim” diyen bir mümin, Allah’ın Kuran’da bildirdiği emir ve yasaklarına kalbinde hiç bir kuşku duymaksızın tam bir teslimiyet göstereceğine ve itaat edeceğine söz vermiş olur:

“Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve: İşittik ve itaat ettik dediğinizde sizi, kendisiyle bağladığı sözünü (misakını) anın. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, sinelerin özünde olanı bilendir.” (Mâide Suresi, 7) 
Yüce Allah, emrettiği ibadetleri yapan müminlere rahmet edeceğini müjdeler. Her türlü eksiklikten münezzeh olan Yüce Allah, itaat edenlere merhamet edeceği müjdesini ise “Allah’a ve elçisine itaat edin, ki merhamet olunasınız.” (Al-i İmran Suresi, 132) ayetiyle haber verir.

Kişi, “Allah’a verilen söz ise, ağır bir sorumluluktur.” (Ahzab Suresi, 15) ayeti gereğince verdiği bu söze son derece titizlikle uyar. Samimi bir şekilde Allah’a yönelen kimse, artık Rabb’i yolunda  canıyla ve malıyla çaba gösterecektir.

Nerden Nereye.... bir damla yaş ile ...



Nerden Nereye.... bir damla yaş ile ...

Ve bir damla daha.... 

Sabrın son demlerini yudumladığı anlardan biriydi.Göz kapaklarıma ağır gelen ve kirpiklerimde sallanan bir damla yaşın acısını ölçüyordu yüreğim.
Beklentilerin yanında kaçıp giden umutların ayak sesleri yükseliyordu geceye.Yıldızlardan habersiz gezinen ay’ a inat tenhalığın alası kol geziyordu .
Tepemde koca bir bulutun gölgesi ve rengi de siyahtan daha beterdi. Önümü kapatmış, gözlerimdeki feri çalmış gibi dört yanımı esir almıştı. 


Hangi gerçeğin yada hangi rüyanın kolları sarmıştı beni, merak konusu ...

Hayatı inadına yaşayan ben kimin gözünden düşmüştüm böyle.Avuçlarımdaki terlemenin sonu neyere kadar gidecekti , sabırsızlıkla bekliyordum.
Derken kulaklarım çinladı .....Aklımdan hiç çıkmayan yüreğin geldi bir anda odama. Misafir ettim onu her zaman ki koltuğuna.Takıldım sonra da, herşey güzel de gecenin sabahlamaya yüz tutmuş saatlerinden nerden aklına düşmüştüm .... Bak yine telaşlandırdın beni kömür gözlüm hayırdır inşAllah.

Oysa ki nasıl bırakmıştım seni bilinmezin yollarına , hala aklımda . Vedayı istemeyen yüreğin bensizliği nasıl yaşıyordu bu zaman aralığında. Kaçtığının korkusu ne olarak düşüyordu gününe . Merak ediyorum seni.....Yüzündeki tebessümü, ellerinin sıcağını ve bakışlarındaki gizemi. Hala hayallerde kalan bir gerçeğin kahramanı yüreğim/iz..

Acabalarım birikiyor her saat ,bunu günlere bölmek hiç aklımın işi değil biliyormusun...Gittikçe büyüyen bir yara gibi geleceğime düşmüşken nasıl olacaktı bu ..nasıl.... 


Neyse; hayat neyi yaşatırsa bende yaşamaya mecburum... 

Her gün bir umutla uyanmanın zevkini hiç bir şeye değişmem. Ne kadar yanımda olmasan da , ne kadar kader bize pusu kursa da ben yitirmediğim hayallerimle sendeyim.
Aklıma düştükçe hevesle beklediğim kömür gözlerin, gecelerime kaçamak sızan senli düşlerin izi hep bir yanımda.Sabahlarımda zorla yatağından kazıdığım bedenim öyle alışmış ki yokluğuna varlığını düşünmek bile zor geliyor bana. 


Nerden nereye gelmişim böyle..... 

Bir damla yaş sürükleyip götürmüş sensizliğin senli yanına baksana... 


Gelecek ve geçmiş birbirinden hesap sorarmışçasına savaşta.Varlığına inanan yanım yokluğunu hissettiren gerçeğe kurşun sıkıyor her defasında.
Ne yapmalıyım peki soruyorum sana...Uzağımda kalan seni hangi kefe’nin içine kormalı yada ortalığa salmalıyım 


Hadi ! uzat ellerini gitmemecesine.Sığındığım limanım olsun kolların ve sıkıca sar.Dünlerin izleri silinsin sevdanla her mevsim sende son bulsun, bizde biriksin her dafasında olmaz mı? 

Bedava bir hayal kurdum senden habersiz , tıpkı bir zamanların kapında bıraktıkları gibi. 

Hadi ! bir kez daha süzülmesin yaş gözümden..... gönlümüze değecek kalbimizden geçecek bir köprü kur aramıza. 

................................ u m u t l a ..................... a ş k l a ..................ve ......... b i z i m l e ..................

03/12/2009
17;45
eMİNE

İYİ olan ÇOK olmaz.



İYİ olan ÇOK olmaz.
Her insan’ın hayatında,yokluklar ve çokluklar vardır. Yaşadığım hayat dan şunu öğrendim.Güzel olan hiç bir şey asla çok değildir.İnsan çok sıkılabilir,çok borçluda olabilir.Çok da yorulurbazan.Anlamadığım şey Çok mutlu olmak. Çok sevmek. Çok iyi olmak gibi cümleler. ’ÇOK’ Ne demektir Fazla ile ilgisi nedir.Yoksa biz tüketme alışkanlığımızı içimiz’e mi çevirdik.Artık kendimizimi tüketiyoruz.
Sanırım minnet hissi ile davranma hastalığı sardı hepimizi.Git gide yozlaşan sosyal yaşantımız sıradan ilişkileri Lütufmuş gibi algılamamıza sebep oluyor.Sabah evden çıkarken bir komşumuz selam verse,Ki. < selam vermek. İnsan olmanın olmazsa olmazıdır>.Şok oluruz.O gün akşama kadar mutluluktan adeta uçarız bir selam bize çok gelir.Veya birimiz,yaşlı bir insanı’ı caddeden karşıya geçirsek kendimizi zafer kazanmış kumandan hissederiz.Yardım gören şahıs ise neredeyse bize kul olacak kadar incelir. Minnetten ne yapacağını şaşırır.Hatta bunun için bedel ödemeye bile hazırlar kendisini.Ya Allah aşkına ne oluyor bize.
Son yıllarda çok tan bile çok duydum.Seni çok seviyorum.Sen bana çok iyisin.Çok iyilik yaptım ona.Çok sevindim.Bu ifadeler; Ben hiçbirşeyi hak etmiyorum’a giden bir serzenişmidir.Aslında hakketmiyordu da gereğinden fazla ilgilendim ,manasınamı kullanılır.
’ÇOK’ . Yoksa laf olsun torba dolsun diyemi konuşuyoruz.Hayatımızdan çıkardıklarımız neler yada yerine ikame ettiğimiz, duygular hangileri. AŞK diye bişey var 45 yılın yarısı bunu duymakla geçti desem yeridir.Tanımsız tarifsiz.Sanki yürekler uzay.Aşk ufo.Aynı şeye bakan gözler ve milyonlarca ağız binlerce yıldır tarif eder de ne olduğunu anlayan yada anlatabilen yok.’Bu konuda ÇOK yazdım okuyun’ diyenlere. Keşke çok yazmasaydınız. Çok vaktim yok. Sadece bir ömürlük vaktim var deme şansımız olsaydı.Sonradan kanaatim değişirmi bilmem.Ama şundan eminim.İnsanlar konuştuklarını zannetmekten konuşmaya geçmedikleri sürece iletişim olmayacak ve biz sadece ’ÇOK’ olacak ve Hakikaten ÇOK konuşacağız.Riya’yı mütevazilik,İyi niyeti enayilik zannetmekten vaz geçmedikçe duygular vicdan denen Muhakemizde bizi kendi sözlerimizle aşağılayacaktır. Bu arada neler oluyor da biz kelimelerin oyuncağı haline geliyoruz.Şöyle bir bakalım.
Her söz bir kimlik taşır aslında.çok şey ifade ederler. Farzedelimki.Yolda bir tanıdıkla karşılaştık.Selamlaşma faslı bitti ve ardından ’Hadi görüşürüz’ dedik.Hiçbir beyin bunu ’Sahi bu bir görüşme temennisidir’ diye Algılamaz.İşim var özür dilerim yerine kullandığımız bu cümle ekseri.Git başımdan seninle uğraşamam’ın dil halidir.Bunu duyan size ,bir menfaat hissi ile bağlı değilse.Eminim birdaha gördüğünde meşgul pozları takınarak sizi geçecektir.İnsan. Kalıbından daha ziyade duygu ve ruhtur.Algı ve duyum asla sezgilerden daha güçlü değildir.Hangimiz şu cümleyi kullanmadık defalarca.<Bile bile aldatıldım.Aslında hislerim beni uyarmıştı.Ah kafam ah.>
İyi olan çok olmaz .Eğer hakikaten seviyorsanız Asla çok seviyorum diyemezsiniz hatta seviyorum demek size çok gelir. Sevgi tamamen hal dilidir.Hangi kelimeye müracaat ederseniz edin eli boş dönersiniz.İÇİNDEN GELE GELE DEMİYORSA HERGELE.BİR BABA EVLADINA KOÇUM DESE .hakaret.Tabii bu benim algım . Mutluluk sizin hakkettiğiniz bir şeyse çok mutlu olamazsınız hatta az gelir. Ne denilse vız gelir.Zira hakkettiğiniz kadardır herşey. Neden kendinize bunu çok görürsünüz. İyi olan güzel olan hiç bir şeyde çokluk yoktur.Çok bukadar çok olursa.İnanın hayat yok olur.Biraz daha içten ve samimi olun..Nekadar gücünüz yetiyorsa o kadar sevin. Seviyorum. Ve ne kadar sevsem az ama asla çok değil diyin.yada sevmeyin. Beni mutlu ettiniz diyin.Çok mutlu oldum demeyin.Ne kadar Mutlu olursanız olun fazla hissetmeyin .Yenisini arayın.
sevgi ve selam.

AYNADAN KORKANLAR



AYNADAN KORKANLAR Merhaba insanlar, merhaba yeni yıl, merhaba yeni yılın ilk günü ve o günde penceremden bana konuk olan yalancı güneş.
Bu gün yılın ilk günü. Evet bir ocak bu gün. Hava haliyle çok soğuk ama gökyüzünde güçlü görünmeye çalışan bir güneş tir tir titriyor bırakın bize kendine bile mecali yok, kendi kendini kandırıyor. Hayat onuda olduğundan farklı gösteriyor bu gün bize. İçini boşalttığı ruhlar gibi onuda esir almış bu gün sanki. Yılın ilk gününden savaşa başlamş hayat bizle. Hayallerimizi yönlendirmemize izin vermiyor yine. Tüm sahtelikleri sunarak, yeni boş bedenler alıyor kendine. Bu soğuk kış gününde baharı hayal ettiriyor bize, pencerenin önünde. Eyy aynalardan korkan dinle: Yapılacak birşey varsa bu gün, yani içinde yaşadığımız zaman diliminde yapılacak. Hayat müsade etmesede, dur bir dakika, çekil köşene. Bırak yarını bu günü yaşa, kendi derinliklerine in, dev aynalar karşısında ruhunla yüzleş, hayatı sorgula. Nesin, nerdesin gerçeklerin peşine düş, zor olsada. Ama bakıyorumda beceremiyorsun bir türlü yine. Aynanın karşısında durmaktan korkuyorsun. Yüzleşmekten korktuğun ruhun karşında, biran önce bedenini kat kat örtüp yalancı güneşin altındaki boş hayata savruluyorsun. Ama yinede üşüyorsun, çünkü ruhun çırıl çıplak, yalancı güneş misali tir tir titriyorsun. Bu boş kalabalığın en tepesine aday oluyorsun. Fark edilmek için, bende varım demek için sığınacak bir liman arıyorsun. Kimi zaman bir siyasi görüşe , kimi zaman bulunduğun dine, kimi zaman üstünde taşıdığın kimliğe bazende tamamen saçmalayıp bir futbol takımının parçası oluyorsun. Kendin bir bütün olmaktansa, boş bir kalabalığın parçası oluyor, kendinden milyonlarca insan yaratıyorsun. En korkuncu ise bu sahteliğe AŞK’ ı da alet ediyorsun. Yüreğinde bir kıpırtı olmadan en olabilire koşuyorsun. Hiç tanımadığın bir ruhtaki eli tutuyorsun, aslında daha kendini bile tanımıyorsun. Aşkı gösterişli bir bedende arıyorsun. Sevgi ve sadakat olması gerekirken aşkta araç. Markalar, lüks eşyalar, içi boş gösterişler kullanıyorsun. Ama ben kanmıyorum. Ruhumun derinliklerindeki aynaın karşısından sesleniyorum, aynalaradan korkanlara.
Bir gün gelecek aşk ve sevgi sizin markalarınızı, lüks eşyalarınızı, kibrinzi ve yalan dünyanızı yenecek ve siz karşılaştığınız gerçeklik karşısında ezilip büzüleceksiniz. Artık göz yaşlarınız elde edemediğiniz eşyalar için değil gördüğünüz, bildiğiniz ve asla ulaşamayacağınız gerçeklik adına olacak. Aynanın karşısına geçemeyecek kendinizle yüzleşemeyecksiniz. Ve en sonunda kendi boşluğunuzda yitip gideceksiniz. Biraz daha durup düşünmezseniz, kendinizi avutma yeteneğini kaybedecek, mutluluğun uğramadığı, acının ise en sadık olduğu bir hayat sürecek ve kendi boşluğunuzda yitip gideceksiniz.....

Kim Bitirdi Icimdeki Seni ?




Kim Bitirdi Icimdeki Seni ? Nerden baslasam,nasil anlatsam acaba sana bunu, Icimde vazgecilmezimdin nefesimdin aciktigimda asim susadigimda suyumdun..! ne oldu bana neden böyle oldum ben? bir sihirli deynekmi deydi bana sana olan herseyimi icimden kim kazidi?
Nedir bu senden kacisim yanindaki huzursuz tavirlarim yanindaki mutlulugumu nasil kaybettim.. oysa sen bende birden ansizin kaybolmayacak kadar yüceydin:( ne oldu bana ne?
yanimda sen oldugunda cevremde kimse olmasada olur derdim yine cevremde kimse yok ama en acisi icimdede sen yoksun :( cok aciyorum kendime hemde cok kimsenin bana aciyamayacagi üzülemeyecegi kadar cok! en basinda böylemiydim ? sensiz bir lokma yemek bile yemezdim.mecbur uzakta olman gerekse hüzün denizlerinde kaybolur kahrolurdum aglardim sensiz oldugumda dünyam basima yikilirdi sanki benim var olus sebebimdin:( simdi sende beni yargiliyorsun.sen, sen diyorsun ben mutlulugumu kendi ellerimle nasil yok olmasina izin veren kisi olurum :( defalarca sana benim mutlulugum senin avuclarinin icinde ne olur ne olur yapma dememmi sucum :( tüm dünya karsimda sen yanimda ol ne olur destegine ihtiyacim var dememmiydi sucum :( kolaymi saniyorsun onca senenin üstüne herseyden vazgecmem ama bunun sebepleri asla bende olamaz nede bir baskasi olamaz.yargila kendini kim böyle bir zamanlar nefesimsin dedigi halde nefessiz kalmak ister ? sorulari bende deyil bu sensiz olusumun ben neydim ne oldum kalbim hincla doldu eski ben istesemde olamiyorum neden yasattin bu hayati bana neden :( nicin böyle oldum ben :( herkeze herseye küstüm su aralar tek istedigim sey kendime küsmemek eger kendimede küsersem yok olurum kaybolurum kendime acimiyorum iki melege aciyorum ne yaparlar bensiz söylenen her sözün aci geliyor artik bana tatlida söylesen agzimin tadi kacti hersey aci tadlarda :( kayboluyorum su kainatta peki bu kaybolusumun kimse icin önemi yokmu sorarim sana yokmu ben kayboldumda yok oldumda yazik olmayacakmi bana bu bünye ne kadar dayancak bu acilara verdim degerlerim beni ben yapanlar yok oldu az birazcik ümidim umudum var onuda kaybetmek istemiyorum yatagima uzandimda döktüm o gözyaslarim rüyalarimda özlemini duyduklarimin sesleri resimleri ben böyle deyildim!!!! hayat doluydum herseyi gögüsleyecek kadar yüceydim ne oldum ben ne oldum sor kendine karsinda acimasiz seri katil gibi gördün beni al koy elini vicdanina dön o ilk yillara kim bu seri katil gibi kimseye acimadan ilerleyen kimin eseri! ne agladim seyler anlamli nede güldügüm seyler anlamli anlamlarini yitirdim gülmelerimin ve aglamalarimin ne yaptigini bilmez bir sekil aldi hayatim :( yatagimdan kalktimda yüzüm gülsede ben gülmüyorum ! nasil kiydin benim hic bitmeyecek sandigim o yüce sevgime deger verdim kim ne derse desin kim ne yaparsa yapsin sen icin herseyi gögüsledim kirildim yetmiyormuydu hayata sen nasil yaptin bunlari bana ! kanadi kirik kücük kus bile benden sansli bir gün kanadinin iglesip ucabilme ihtimali var ya ben kendimde o gücü görmüyorum bile :(herseye ragmen nese dolu durusum ümit vermesin ne sana nede cevremdekilere ben tükeniyorum bitiyorum icimdeki yaralar iylesmiyor ne tatli sözle ne bir gonca gülle cünki benim hayat verdigim deger hayattan istediklerim bunlar deyil :( acikca dedim sana tükeniyorum bitiyorum birak kendini düsünmeyi ne olur sadece beni hayata döndür bencil deyilsin her yardima ihtiyaci olana duyarlisindir en yüce sözün" gücsüz gördümde dayanamam yüregim kan aglar" di bana nasil kiydin! sen her yasanani unuttun dilin kendine deyil bana söyledi aci sözleri simdi kolayca unutup yine sen yaptin diyebiliyorsun ne olur iyi düsün kalbimde bir zerre kötü niyet beslemeyen bir birey olarak nefesimsin dedim can yoldasima hayat arkadasima nasil kötülük yapabilirdim :( bu sana hislerimin aci mektubu olsun dön sana ask mektuplari yazdigim günlere otur ve karsilastir simdi soruyorum sana kim bitirdi icimdeki seni?

VAKİT AYRILIK VAKTİ!


VAKİT AYRILIK VAKTİ!

Ayrılılığın en zor tarafı, ertesi sabah uyandığınızda gidenin bıraktığı boşlukmuş…
Yatak boş, masa boş, ses boş, bom boş… Her şeyin o yanı boş!
Daha dün yetiştiremediğimiz, nefes nefese koştuğumuz zaman "bu sabah" bom boş.
Olacağı buydu işte! Bu boş zamanla kavgalarım, ona yazmalarım başladı bile.

21 Ağustos 2010;
Zamanın akışında kaybolmuş gibiyim. Günlerdir bir o tarafa bir bu tarafa, suskunluğumla dolanıp duruyorum. Vakit o vakit, geldi. O vakitte sadece ben yoktum, benden başka anılarım ve onlarca vedalarım! Yalnız değilim anlayacağınız eşlik ediyorlar bana. Gözlerimden film şeridi gibi geçiyor bir bir geçmişim, aynı sahne, ayrı vedalarım.
Ve "bu akşam kızımla" bir vakit daha ekleniyor, vedalarıma.
BEN SUSUYORUM... Yüreğim avaz avaz bağırıyor. VAKİT AYRILIK VAKTİ...
Yer; hava alanı.

Her yiğidin harcı değil ayrılığa suskunluk. Gözden, yürekten dökülenleri gizleyip başka sohbetlerle süsleme/k halleri…
Bedeniniz ruhunuzun eline teslim.
"Veda acısı, kabuğunu soyar insanın; yıldızını kazıyıp çırılçıplak ortaya serer "der şair.
Marifet; o çıplaklıkta dimdik, olağan dakikalarını yaşıyor gibi olabilmekteymiş!

Hava alanına geldiğimizde iftar ezanı okunmaya başladı. Yolculuğun telaşına bir de iftar telaşı eklendi. Bir yudum su, bir parça simitle geçiştirdik. Valizleri verip pasaportu çek ettikten sonra da bir bardak çayla o meşhur "analı kızlı" sohbetlerimizden birini iki ara bir dere kuruverdik.
Almila, İsveç’e varınca neler yapacağını, eşyalarını nasıl taşıyacağını anlatarak güya ortamı dağıtma, renklendirme çabasında. Bense, içten içe "onun bıraktığı yalnızlıkla nasıl baş edeceğim? " derdinde. Diğer kızım birazdan yaşanacak ayrılığın ağırlığını çoktan yüklenmiş üzerine. Bir gerçek var ki, tek bir söz, gözlerden gözlere, alınıyor veriliyor.
"Özleyeceğiz seni" ,"özleyeceğim sizi".

"Hayat gerçekten de sen planlar yaparken başına gelenlerden ibaret.”miş. Nereden nereye…
Daha dün, annemin ağlamaları, "öğretmenliğimin ilk tayin yeri olarak" beni Trabzon’a yolcu etmesi gözlerimin önünde."On beş gün" demişti babam. "On beş gün çalışıp tekrar döneksin, tayinini de Ankara’ya aldıracağım." ve ben yıllardır hala o veda saatlerini yaşar durumda!
Hayat çok ayrılıklar yaşattı bana, hep kavuşması olan ayrılıklar diledim. O yüzden, yine de şükür ettim bu hallere-bu tür vedalara.

Hava alanında yeni bir sayfa ekleniyor özlemli sayfalarıma. Bu sefer yollar daha bir uzak, daha bir derin "ayrılığın" vurduğu sancı. Anne, baba, kardeş derken bundan böyle evlat için sayılacak günler.
Bir yanımın daha boşluğu vuracak bayram günlerime!
Ve yeni yeniden, hep o ayrılık vakti bir şeyler tıkanacak boğazıma.
Yazdıklarım ne ki konuşamadıklarımla yaşayacağım bundan böyle. Ve her gülümsememde bir parça kızım Almila!

Giderken buzdolabında unuttuğu kaymak "o gelene kadar" bir daha girmeyecek mutfağıma. Bekleyeceğim, ta ki her geldiğinde bal kaymak tadında kahvaltılar hazırlamak ümidi ile.
"Canım kızım kendine dikkat et. Önce Allaha, sonra kendine güven. Çünkü ancak öyle rahat olabilirim ben."

SEVGİLER ......



SEVGİLER ...... 

"Dünyadaki en büyük kıtlık, "Rağmen" türü sevginin yeterince olmayışıdır!..

EĞER SEVGİSİ ;
Eğer beni seversen seni severim, eğer güzelsen seni severim, eğer zenginsen, eğer, eğer, eğer.... Bu, şartlı bir sevgi türü. Düşünür buna göre şu örneği verir.
Japonya’da lise son sınıfa giden çok zeki bir çocuk çalışkanlığıyla babasının gururudur. Bu çocuk aynı zamanda sınav hazırlığı için dershaneye gider. Sınav günü gelip çattığında çocuk sınavı kazanamaz ve bunalım geçirir. Kafasını dinlemek üzere kaplıcalara gider. Dönüşte babasından beklemediği bir tepkiyle karşılaşır. Babası, "neredeydin?" diye sorar.
Çocuk, "biliyorsun baba, sınavları kazanamadım ve bu yüzden çok bunalıma girdim. Kafamı dinlemek üzere tatile gittim" der. Baba, "sınavları kazanamadın birde utanmadan tatile mi gittin?" diye sinirlenir. Çocuk masumane bir edayla, "ama baba sende kendini iyi hissetmediğin zaman o kaplıcalara giderdin. Elimden geleni yaptım ama başaramadım ve bende kendimi iyi hissetmediğim için o kaplıcalara gittim." İşte bu sözler babayı tetikler ve eline hakim olamayarak oğluna şiddetli bir tokat atar.... Genç çocuk aynı gün intihar eder. Japonya’lı psikologlar genç çocuğun gururu yüzünden intihar ettiğini söyleseler de düşünür bunu kabul etmez. Düşünüre göre ; ne zamanki genç çocuk babasının kendisine olan sevgisinin çalışkanlığıyla bağlantılı olduğunu ve çalışkanlığı bittiği zaman sevginin de bittiğini fark etti, işte o zaman intihar etti. Düşünür bu sevgiyi çok tehlikeli bulmakta ve bunu asla tasvip etmemekte.
İkincisi;
ÇÜNKÜ SEVGİSİ ;
Seni seviyorum, çünkü güzelsin, çünkü beni seviyorsun, çünkü iyisin, çünkü, çünkü, çünkü,... Bu sevgi karşılıklıdır der düşünür. Düşünür bu sevgi türüne yine Japonya’da vuku bulmuş bir hadiseyi örnek verir. Japonya’da dünyalar güzeli genç bir kız çalıştığı işyerinde bir kazan patlar. Kazada genç kızın vücudu yanar. Genç kızın annesi, babası ve nişanlısı sadece ilk gün hastaneye giderler. Kızın nişanlısı bir hafta sonra nişan yüzüğünü atar. Artık bir hastane odasında yapa yalnız kalmıştır. Buna çok üzülen genç kız bir ay sonra ölür. Doktorları genç kızın ölecek kadar ağır hasta olmadığını söyler. Düşünür ise genç kız ne zamanki kendisine olan sevginin güzelliğine endeksli olduğunu ve bu güzelliğin gidince sevginin bittiğini anladığında üzüntüsünden öldüğünü söyler. Yani bir anlamda kahrından ölür... Düşünür, bu sevginin her ne kadar E?ER sevgisine benzese de aslında daha tehlikeli olduğunu söyler.
Üçüncüsü ise;
HER ŞEYE RA?MEN SEVGİSİ...
Seni hırsızlığına rağmen seviyorum. Kötü geçmişine, BENİ SEVMEMENE, çirkinliğine, yalan söylemene, katilliğine, HERŞEYİNE RA?MEN SENİ SEVİYORUUUUUUM... İŞTE... GERÇEK AŞK, İŞTE... GERÇEK SEVGİ BU.... Düşünür buna örnek olarak da, hemen hemen hepimizin bildiği eski bir masal güzelini anlatır. güzelliği ve aşkıyla bir tarih, günümüze kadar gelen ve filmlere konu olan SİNDRELLA...Sindrella, güzeller güzeli olmasına rağmen kamburluğuna, kısa boyluluğuna, fakirliğine, çirkinliğine, gözlerinin şaşı olmasına RA?MEN SEVER... Düşünür, "İŞTE SEVGİ BUDUR" der. Düşünüre göre günümüz dünyasındaki insanların en az gıda kadar ihtiyacı olan SEVGİ bu. Bu sevgi olsa boşanmalar az olacak. İnsanlar daha az problem yaşayacak.
İşin tek kötü tarafı bu sevgiye verebildiği tek örnek bir masal kahramanı olan "Sindirella".
“Seni Her Şeye Rağmen Seviyorum..”

"Kaybolup Gidenleri Sevmem"



 Yüce Allah dünya hayatını, “O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı...”(Mülk Suresi, 2) ayetiyle bildirildiği üzere, insanlardan hangilerinin daha güzel davranacağını ve kimlerin Kendisi’ne bağlı kalacağını denemek için yaratmıştır. Dünya, Allah’tan korkup sakınanlarla, O’na nankörlük ederek yüz çevirenleri ayırt etmek için hazırlanmış bir imtihan ortamıdır. Ve her insanın ahirette alacağı karşılık, yaşamı boyunca Allah’a gösterdiği sadakati ya da sadakatsizliği oranındadır.

Dünya hayatındaki yaşam “göz kırpma süresi” kadar kısadır ancak insanın ruhu -Allah’ın dilemesiyle- ölmeyecek, sonsuza dek yaşayacaktır. Sonsuzluğun yanında ise 60-70 yıllık bir yaşamın bir değeri yoktur. Burada yaşanacak anlık dünyevi zevkler için, sonsuz yaşamı feda etmek ise gerçekten akılsızlık olacaktır.

Kur’an’da, "bir gün ya da bir günün birazı kadar" ifadesiyle, çok uzun zannedilen ömrün ne kadar kısa olduğu açıkça belirtilir. Bu, Allah’ın haber verdiği çok açık bir gerçek iken, kısacık dünya hayatını mı, sonsuz cenneti mi tercih ediyoruz?

Peki ne için yaşıyoruz; kariyer yapmak, aile kurmak, mal mülk edinmek, hayatın tadını çıkarmak, bunlar mıdır amacımız?... Dünyada yaşamımızın amacı olarak gördüğümüz, peşinden koşturarak elde etmeye çalıştığımız her şey sonunda yok olacak. Bütün bu yok olacak şeyler, insanın amacı olabilir mi?

Bunlar ne hırs yapılacak, ne tutkuyla arzu edilecek, ne de sahip olunduğu için gurur duyulacak şeylerdir. Aksine her biri geçici dünya hayatının aldatıcı birer metaıdır:

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ’(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ’çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20) 

Dünyevi her şey, Allah’ın insana verdiği nimetlerdir; ancak insanın, Rabb’ini, ölümü, yapayalnız O’nun huzurunda sorgulanacağını ve ahireti unutarak kendisine bunları amaç edinmesi yanılgıdır. Kur’an, yaratılışın gerçek amacının oyun ve oyalanma olmadığını, “Biz, bir ’oyun ve oyalanma konusu’ olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık. Eğer bir ’oyun ve oyalanma’ edinmek isteseydik, bunu, Kendi Katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık, böyle yapardık.”(Enbiya Suresi, 16-17) ayetiyle haber verir:

Aslında dünya hayatının kısalığı toplumda bilinen, konuşmalarda söz edilen ancak ciddiye alınmayan bir konudur. Dünya hayatı hakkındaki "ölümlü dünya", "iki günlük dünya" sözcükleri insanların çok sık kullandığı deyimlerdir ancak samimiyetsizce söylenir. Dünyanın geçiciliği onlara ahireti değil, ölümle birlikte yitirecekleri zevkleri çağrıştırır. Bu nedenle kısa olan hayatlarını, ‘dünyaya bir daha gelinmeyeceği’ düşüncesiyle ‘doya doya’ yaşamaya çalışırlar. Ahiretten gafletteki bu kişilere, Kuran’da haber verildiği üzere dünyevi nimetler çekici kılınmıştır:

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ’süslü ve çekici’ kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14) 

İmtihan Hayatındaki Düşmanlar: Şeytan ve Sözcüsü Nefis 

İnsan nefsinin kötü yönünün (fücurunun) amacı, etkisi altında olduğu şeytanın karakterini ve düşünce sistemini insana kabul ettirmektir. Bu nedenle de, organize çalıştığı şeytanın telkinleriyle, günlük hayatta gerçeklerden kaçmak için birçok bahane ileri sürer. Nefsinin bencil tutkularını gözeten kişi, yaşamındaki öncelikler konusunda büyük yanılgıdadır. Tüm davranışlarını şeytanın sözcüsü olan nefsinin telkinlerine göre düzenleyen kişinin yaşamı artık bir çeşit içgüdüsel yaşamdır.

Allah’tan yüz çeviren kişinin maddi ya da manevi, gördüğü şeyleri elde etme hırsı, ölünceye kadar hiç durmaksızın devam eder. Elindeki hiçbir şey onu mutlu etmez. Çünkü amacı Allah’ı hoşnut etmek değil, yalnızca bencil tutkularını doyuma ulaştırmaktır. Oysa nefis hasta bir hayvan gibidir. Yedirilip beslenirse, sağlığına kavuşur, beslenmediğinde ise ölür. Nefis de sürekli insandan yemekte ve çalmaktadır. Bundan kurtulmanın tek yolu ise Rabb’imize sığınmaktır.

Yaşamın sırrı "süresi belirtilmiş bir yazı" olan ölümde gizlidir. Bu nedenle insan, uzun yaşama hesapları yapmak yerine, Allah’ın huzurunda yapayalnız vereceği hesabı düşünerek yaşamalıdır. Sonsuz yaşamı için bir hazırlık yapmamak, zamanı boşa geçirmek büyük kayıp olacaktır.

Ancak nankörlük eden insanlar, ölümü akıllarına dahi getirmez; "... Öyle ki, ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi..." (Enbiya Suresi, 44) ifadesiyle belirtildiği gibi, dünyadan çok uzun süre ayrılmayacaklarını düşünürler. Tüm amaçları dünyayı yaşamaya yönelik olan kimselerin dünyaya olan bağlılıkları, Kuran’da şöyle bildirilir:

Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. (İnsan Suresi, 27) 

Şeytan insana her şeyi; Allah’ı, imanı, sevgiyi, merhameti, ölümü, ahireti hatta kendisini unutturabilir. Bütün bunları unutan kişi, insan vasfı kazandıran bütün özelliklerini kaybeder. O zaman bitki bile ondan daha vasıflıdır. Bu nedenle insan, şeytanın varlığını hiç unutmamalıdır. Şeytanı hatırladığında, Allah’a ihtiyaç daha fazla olur. Çünkü şeytandan yalnızca O’na sığınılır.

Şuur kapanıklığından kurtulup, ciddi bir çaba göstererek Allah’a yönelmediğinde insan, ateş ehli olmaktan kurtulamaz. Ama cehennemdeki şuursuzluk ve şaşkınlık daha da fazladır.

Kim bunda (dünyada) kör ise, o, ahirette de kördür ve yol bakımından daha ’şaşkın bir sapıktır. (İsra Suresi, 72) 

Yüce Allah’a itaat etmeyerek, bencil istek ve tutkularının tutsağı olarak yaşayan insanların ahirette alacakları karşılık sonsuz azaptır.

Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar. İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur. (Hud Suresi, 15-16)

ŞEYTANLA SATRANÇ



ŞEYTANLA SATRANÇ

Uzun bir aradan sonra yazmak güzel... Yeniden Edebiyatdefteri’nde olmak çok hoş. En son yazdığım yazı okuduğum bir kitapla alakalıydı. Bu yazıların böyle devam edeceğini umuyordum. Çünkü az da olsa bir altyapı oluşturmuştum. Ancak olayların seyri umduğum gibi olmadı ve uzun bir süre yazamadım.

Ancak gariptir ki bugün yine okuduğum bir kitapla ilgili hissettiklerimi paylaşıyorum. Ama bu kitap farklı bir kitap... Bu kitap başka bir yazarın kitabı... İçimizden birinin...

Efendim, kendisini birçoğunuz iyi tanırsınız. Yazılarını, yazılarından daha çok şiirlerini yakından takip edenler var. Şiirlerindeki gizemli hava okuyanı cezbediyor. İster istemez takipçisi kılıyor. Kim bu yazar?

Ahmet Ay...

Ahmet’in kitabını dün akşam aldım. Hem de imzalı olarak. Kitabı aldığımda çok şaşırmış ve sevinmiştim.

Adı, Şeytanla Satranç... Bir de çok anlamlı bulduğum ve beni çok etkileyen bir üst başlığı var, “Rakibinin hamlesini önceden bilen kazanır.”

Ahmet’in samimi üslubu, konulara kendine has yaklaşımı hemen cezbediyor insanı. Sanki karşınızda sizinle sohbet ediyormuş gibi hissediyorsunuz. Tabii anlattıklarında ciddi bir derinlik var. Sıradan bir sohbetten farklı... Anlattıklarını uzun ve ciddi araştırmalar neticesinde yazdığı hemen dikkat çekiyor.

Kitabın önsözü yerine yazdığı “Arz-ı Halimdir” başlıklı yazısında, sadece kendisini ikna etmek istediğini belirtiyor Ahmet. Dolayısıyla aynı dertten muzdarip olanların bu kitaptan istifade edebileceğini nazikçe söylemiş oluyor.

Hemen şunu söylemeliyim ki kitabın konusu hiç de kolay değil. Söz konusu şeytanla ilgili yazmak olunca işin içine ciddi bir bilgi birikimi giriyor.

Buradan önemli şeyler öğrendim. En önemlilerinden bir tanesi, şeytanın en büyük hilesi... Şeytan, kendisinin olmadığına inandırırmış insanları. Dolayısıyla yarışmaya 1-0 önde başlamış oluyor. Yani karşında seni alt etmeye çalışan ve binbir türlü taktikle savaşan bir düşmanın var ama sen farkında değilsin. Bu düşman mağlup edilir mi? Elbette edilmez... Yüzyıllardır insanların mağlup olmasının en büyük nedeni de bu olsa gerek. Yani şeytanın ıskalanması...

Aile faciaları, kardeş kavgaları, hatta devletler arasındaki savaşlara neden olan haller... Bunların asıl tetikleyicisi şeytan olduğu halde, kimse şeytanı görmüyor. Hal böyle olunca, gözler, hemen karşısındaki kişiye dikiliyor ve görünen kişi “düşman” ilan ediliyor.

Huzura, kardeşliğe, barışa çok ihtiyacımız var. Hem de her zamankinden daha çok... İstisnasız her insanın kötü yönlerinden çok daha fazla olan iyi yönleri var. Bir insanın bir hatasını, şeytan, çeşitli hilelerle çok büyük gösteriyor ve o “dostumuzu” bize “düşman” gibi gösteriyor. Onlarca iyi özelliği görünmez oluyor. Bu nedenle bu faktörün çok iyi bilinmesi, “hissedilmesi” gerektiği inancındayım.

Kitapta bunun gibi onlarca önemli konu var. Böylesi önemli bilgileri ihtiva eden Ahmet kardeşimin kitabının önemli bir boşluğu dolduracağını biliyorum. Ve böylesine önemli bir çalışma için zaman ayırıp araştırma yaptığı ve bunu bizlerin de istifade edeceği bir kıvama getirdiği için kendisine teşekkür ediyorum.

Ayrıca böyle güzel haberleri paylaşma ve takip etme imkânı verdiği için Edebiyatdefteri’ne teşekkür etmek istiyorum. Ve çok kıymetli Edebiyatdefteri üyelerine saygı ve muhabbetlerimi sunuyorum.

İkram Arslan

Korkmuyorum, seni sevmekten...



Korkmuyorum, seni sevmekten...




Seni özlemeyi, seni sensiz yaşamayı...Seni sensiz düşünmelerimi, yokluğunu bile seviyorum!Belirtemediğim duygular seni inandırmasa da, seni seviyorum.Seni gördüğüm ilk saniyeleri, elini tutup sarıldığım ilk dakikaları hatırlıyor musun?Yüzüne seni seviyorum diyebildiğim ilk saatleri...Birlikte uyuduğumuz ilk geceyi...Hayatımda yaşadığım ve bir daha yaşamayacağım anılarım olacak!

Her döktüğüm göz yaşlarımda,
Seni seviyorum!
Bana yaşattığın ilk duygular için
Seni seviyorum!


Bağırıp çağırmak istiyorum ...
Seni sevdiğimi söylemek, küçük kalinde yer almak, aşkımdan ağlamak!..
İstiyorum işte yeri geldiği zaman.
Eğer sevgimden canın yanmışsa ölmek geçiyor aklımdan, ÖLMEK!...
Senin için ölüm, tatlı bir şey benim için.Çünkü korkmuyorum seni sevmekten.
Beni ben yapan kişiliğimi ortalığa çıkardığın için,
Aklımı başımdan aldığın için,
Bana güzel güzel anılar bıraktığın için,
Beni yanlızlıktan çekip aldığın için...
Bir kez daha söylemek istiyorum...Seni seviyorum.


Seninle aynı şehirde olduğum, aynı yıldızlara baktığım, aynı havayı soluduğum, aynı güneşe günaydın, geceleri aynı aya iyi geceler diyebildiğim...Geceleri rüyamda kabusler yerine seni göre bildiğim, her gece yatmadan yıldızlara O’nu seviyorum diyebildiğim için, Allaha şükrediyorum.

Seni seviyorum, sevmekten korkmuyorum!


Hayallerim vardı; seninle beraber gülüp ağlamak...
Düşlerim vardı; kalbinde yer alabilmek...
Kabuslarım vardı; seni benden ayırmaya çalışan...
Ama hayallerimde ve düşlerimde seni düşünmeme sebep olduğun için, seni seviyorum..ve bu saatte uyanmama mazeretim olan kabusuma, teşekkür ederim.Bana bu satırları yazmama sebep olduğu için.

Duy beni ruh ikizim, kalbim, gözyaşlarım, damarımda akan kanım...Her geçen gün daha da bağlanıyorum sana.Eminim ki aşığım sana.Seni sevgimle üzdüğümü biliyorum ama başkasının seni üzmesindense, seni sevgimle üzmeyi isterim.

Seni çok ama çok seviyorum...

Aykut Hayati GÜNDOĞDU (Antallium)

Ordan burdan bahaneler şeytan benim aklıma gelmezdi demiş ...



Ordan  burdan    bahaneler  şeytan  benim   aklıma  gelmezdi  demiş ... Üç çocuğumdan biri okula başlayacak bundan sanırım sekiz yıl önce falan
ben köy okulunda okudum bizim okulda para sözü geçmezdi neyse ..
kayıt yapmak için şu kadar para vereceksiniz demiş eşime okul müdürü
eşim bana bildirdi tamam dedim sorun değil amma devlet bunu hangi suretle olursa olsun almayacaksınız diyor
Hangi ad altında olursa olsun amma bunu kime diyor öğretenlere
ben yanlışmı duydum yanlışmı anladım hayır peki okullar çocukları neyi öğreteceklerdi önce kuralları uymayı hoşlanmadığımız kuralları bile hıııım
çocukarın kitaplarını devlet veriyor ben böyle biliyordum her yıl şu kadar
para ayıp olur diye veriyorum eee amma ben özel okulda okumuyorumki
masraf masrafın içinde kitapta var dedimki eee kitabları devlet vermiyormu
doğrusu değil dediler hay allah ne yani yeniden alınyormuş tümü
Önce ne yapacakdık kuralları uyacakdık hangi kuralları beyen mesek bile
E yarın onlarda sizin beyendiğinizi onlar beyenmezse neyse
yav dedim okulda paranın ne işi var aklıma bizim semtin hocası yani imamı geldi
çok sevdiğim biridir sabah gelir açar kilidini caminin namazını kılarlar
en son cemaat gittimi kilitler kapıyı gider öğle namazını 15 dakika önce falan
gelir açar kapıyı vaktinde namazını kılar en son camaat çıkdından sonra kilitler kapısını gider bu hep böyle devam eder ...
Bende dini çok seven fakat çokda bir şey bilmeyen biriyim ozamanlar ...bir gün bir ramazan günüydü neyse hoca sevdiğim birisi yav dedim hocam yav bari
ramazanlarda aç şu camiyi camide cadde üstünde nasıl diyeyim harika
İnsanların bir sürüde dükkanların olduğu bir yerde neyse
her kes vaktinde gelsin dedi ibadetini yapmaya
Yav hocam kazada var amma senin başka işin yok dedim
herkes bir yandanda karnını doyurmak zorunda
Müslüman kafirin dahi emin olacağı insan onuda kırmamak zorundayım
tam ezan vakdinde bir kafir gelse ben şunu istiyorum dese kafir amma
benden en azından o konuda emin olması lazım ya dedi tuvaletleri kirletiyorlar
yav dedim hocam bu dükkan benim ben bu dükkanı kendim temizliyorum
bak dedim hocam müslüman kibirlenmeyecek böbürlenmeyecek
Ne yani koskoca hoca camiyemi temizlesin diyeceksin
Bana diyemediğin içinden sanırım bu dedim hocam hocam çok sevdiğim
açık açık konuşa bildiğim biridir
yav dedim hocam aslında cami senin iş yerin sanki
hiç kibirlenmeden böbürlenmeden temizleyecekdik amma dedim
tabiki hocam hepsini anladı peki önceden bilmiyormuydu onu bilmem
bir gün biri günah işler allahım der şeytana uydum kusura bakma
şeytan yaptırdı şeytanda yanındadır E yani git ülen der beni karıştırma
Ne karışması ne yapması
Senin şu yaptığın bırak beni yapmasını benim aklımın ucuna bile gelmezdi der
Yahya sevim : Aydın .